Görecek Ne Var? Paris Disneyland’da

Görecek Ne Var köşesinde bu sefer Paris Disneyland var. Bazılarınızın çoktan gittiği, bazılarının gitme planları yaptığı, bazılarının ise henüz hiç düşünmediği Paris Disneyland tüm çocukların dünyadaki cenneti gibi. Gidenler okurken anılarını tazelesinler, gitmeyenler planlama yaparken faydalansınlar diye işte Paris Disneyland!

Genel Bilgiler:

Paris Disneyland, şehir merkezinden oldukça uzakta ama Paris’in metrosu süper, o yüzden şehir merkezinden 45 dakikada Disneyland’a gidiliyor. Disneyland 3 bölümden oluşuyor. 1.bölüm Disney Park. 2.Bölüm Walt Disney Studios. 3.Bölüm ise yeme içme yerleri olan Disney Village. Disneyland Park kısmı da kendi içinde Frontierland, Fantasyland, Adventureland ve Discoveryland diye 4 bölüme ayrılıyor.  Hepsini tek tek tanıtmayacağım, internetten her bölümdeki roller coaster, oyuncak, gösteri gibi şeyleri görebilirsiniz, keyfinize göre seçebilirsiniz. Ama Mickey ile tanışmayı unutmayın.

Alice’in labirentinde yeşilliklerden oluşan bir labirentte şatoya giden yolu bulmaya çalışıyorsunuz. Soldaki resimde labirentteki komik tırtılla bir hatıra resmim var. Sağdaki resimde ise Kral Arthur’un kılıcını çıkartmaya çalışıyorum ama tabi ki çıkmıyor. Disneyland Park’da atlıkarınca, it’s a small world, hayalet evi kaçırılmaması gerekenler arasında. Bu parkta tüm Disney kahramanlarının geçit töreni ve gece 11’de başlayan ışık şovuna bayıldım.

Walt Disney Studios bölümünde en sevdiklerimden biri Twlight Zone: Tower of Terror oldu.  13 katlı kocaman bir otel görünümünde. İçi terk edilmiş bir bina şeklinde dekore edilmiş. Önce binanın hikayesini anlatan bir film seyrediyorsunuz. Sonra asansör görevlisi sizi koltuklu bir asansöre bindiriyor ve yüzünde “başınıza neler gelecek neler” diyormuş gibi bir ifade ile gıcık gıcık “byeee” diyip kapıyı kapatıyor. Bir katta asansör açılıp hayaletleri görüyorsunuz sonra da ayna beliriyor ve aynada kendinizi hayalet gibi görüyorsunuz. Kapılar tekrar kapanıp yukarı çıkınca 13.katta açılıp size dışarıyı gösteriyorlar. Manzara güzel ama sonra asansör düşüşe geçince içiniz hopluyor, başınız yerinden çıkacak gibi oluyor. Evet biraz korkutucu ama çooook eğlenceli.

Crush’s Coaster ise en harika roller coaster. Kapalı alanda ve sanki denizin altında bir kaplumbağanın sırtındaymışsınız gibi gidiyor. Ama kaplumbağa lafı sizi aldatmasın bu coaster çok hızlı ve sizi ters çeviriyor. Öyle ki yanınızdaki anne ya da baba gözlerini açamıyor korkudan.

Motor’s Action ise çok sevilen bir gösteri. Filmlerdeki araba ile yapılan aksiyon sahnelerinin nasıl çekildiğini ve film hilelerini gösteriyorlar. İki tekerlek üstünde giden, yanan, zıplayan arabalar ve harika bir şov görmüş olacaksınız.

Ratatouille Walt Disney Studios’a bu sene eklenen yeni bir tünel. Fare şeklindeki arabalara binip 3 boyutlu gözlüklerle sanki siz bir fareymişsiniz ve Ratatouille filmindeki mutfağa girmişsiniz gibi geziniyorsunuz. Fırının altına girince sıcağı, şampanya şişesi açılınca yüzünüze sıçrayan suları ve mutfaktaki ekmek kokusunu hissediyorsunuz. O kadar harika ki 2.kez binmek isteyeceksiniz.

Gelelim Paris şehrine. Oraya kadar gitmişken Louvre Müzesini gezip Mona Lisa’yı görmeden olmaz. Kendisi ile bir selfie yaptım tabi ama burada daha klasik bir turist pozumu paylaşıyorum. Louvre Müzesini parmaklarımın ucuna aldım J Turistler burada sırtını müzeye dayamış gibi, parmakları ile tepeyi tutuyormuş gibi göz yanılması yapan o kadar çok resim çekiliyorlar ki müze bu pozlara yardımcı olsun diye meydana yükseltici basamaklar koymuş. Ama basamaklar pek boş kalmıyor.

Eyfel kulesi Paris’in en önemli simgesi. Ama abarttıkları gibi değil şöyle iki parmağımın arasına sığdı. Şaka tabi. Eyfel Kulesi’ne gitmek ve en tepeye çıkmak lazım. Biz babamın yükseklik korkusundan sadece 2. kata çıkabildik. Ama orası bile çok yüksekti. Bu arada en tepede kuleyi tasarlayan Gustave Eiffel’e ait bir oda varmış ama turistler giremiyor sanırım.

Notre Dame Kilisesi de Paris’e her gidenin gezdiği yerler arasında hatta bununla ilgili Victor  Hugo’nun bir kitabı da varmış. Resmini koymadım ama içinde çok güzel vitraylar var.

Peki benim en sevdiğim yer neresi oldu dersiniz: bir kitapçı. Burası Paris’in en eski ve en ünlü kitapçısı. Adı Shakespeare and Company.  İçerisi çok ilginç, hikayesi de öyle. İnternetten bulup okuyabilirsiniz. Ben de buradan kendime kitap aldım.

Yorum bırakın